İş

Sırrını söylemedi: Erkin Koray, John Lennon’ın kulağına ne dedi?

28 Ağustos 2014’te hayatını kaybeden gazeteci Arda Uskan, 9 yıl sonra vefat eden eski arkadaşı Erkin Koray ile 11 Eylül 2011’de yaptığı kapsamlı röportajı Medyafaresi.com’da yayınladı. Arda Uskan, Paris’e gittikleri Beatles’ın kurucularından John Lennon, Erkin Koray ile yaptıkları görüşmeyi de anlattı. Ancak Erkin Koray, yıllardır merak edilen soruya ‘sırrı’ diyerek yanıt vermedi: John Lenon’un kulağına ne dedin?

Arda Uskan’ın Erkin Koray ile yaptığı röportajın tam metni şöyle:

“Doğanın birimleri içinde her şey olabilir” diyen bir bakış açısına ulaştıysanız, bir çember oluşturmuşsunuz demektir. Artık dairenin herhangi bir noktasından güvenle yola çıkıp kendi zevkinize ve mantığınıza göre fikirlerinizi ifade edebilirsiniz.”

Bu bir Erkin Koray cümlesidir… Nedir bu çember?

İnsan o daireyi çizmeye bir noktadan başlar ve evrimini tamamladıktan sonra dairenin iki ucu birleşir. Kafanızda bu oluşumu tamamladıktan sonra ne yapmak istediğinizi, ne savunmak istediğinizi o çemberi tamamladığınız noktadan başlıyorsunuz. Ama başlamak için, bu daireyi tamamlamak kuraldır. İki uç birleşmiyorsa mutlaka biri eksiktir.

Kişinin bu daireyi tamamlaması sizin kadar uzun mu sürüyor?

Bu kişinin kendisine bağlı bir şey. Ancak bu daire için kesinlikle uzun bir süreç gerekmektedir.

Bu apartmanın çıkış noktası 1960’larda Kadıköy duvarlarına asılan ‘Rock’n Roll Hükümdarı Erkin Koray’ afişleri mi?

Çemberdeki ilk çıkış noktam, annemin eline bir gitar alıp bana verdiği dönem. Ondan önce 5 yaşında piyano çalmaya başladım. Annem konservatuarda öğretmendi, ben de onu utandırdım. 9 yaşında Bachs ve Bethovens çalmaya başladım. Diğer öğretmenleri dinlemek için mükemmel bir çocuk olarak beni konservatuara götürdü. Ama tek bir nota çalmadım. Aslında sınıfın mükemmel çocuklarından biriydim ama kendimi hiç bu kadar göstermeye çalışmamıştım.

Peki Bach’tan Rock’n Roll’a “düşüş” nasıl oldu?

Yani, bana bu kadar geldi. En sevdiğim müzik türü. İçinde isyan var. Benim gibi… Doğası gereği bir rock’çıyım. Türkiye’nin ilk rockçısıyım ve son rockçısıyım.

‘It’s So Long’ ilk LP’nizdi, değil mi?

Evet ama onu ilk olarak kabul etmiyorum. İlk plağım ‘Kızları da Askere Al’.

Ben o şekilde söylemiyorum. 1962’de Beatles ilk plakları ‘Love Me Do’yu çıkardığında, muhtemelen ondan biraz önce, bir İngiliz rock bestesi ile Türkiye’deydiniz.

Hiçbir zaman geride kalmadık. Mesela takım arkadaşlarıma daha onlar tef çalmadan ben tef çalmayı öğrettim. Biz tef çalarsak onlar tef çalar, bizimle dalga geçerler dediler. Elektro bağlamayı Rolling Stones’tan çok önce kullanmıştım.

Peki neden dünya standartlarında oldular? Bunun Türk olmakla bir ilgisi var mı?

Hıristiyan dünyası Türklerden her zaman korkmuştur. Bu alanda da korkuyorlar. Ama onlara aşık olmayı hiç düşünmedim, bu kadar düşünseydim orada yaşardım. Her fırsatım vardı. Almanya’da bir Alman kümesi kurdum, ‘burada kalın, tüm işlemlerinizi biz hallederiz’ dediler ama kalmadım.

Merak ettiğim bir şey daha var. 1941 doğumlu Erkin Koray’ın yıllar önce yaptığı bir şarkıyı 20 yaşındaki bir çocuk neden sever ve dinler? Barış Manço’nun sözlerine bayıldım, çocukların bayılacağı sözler ve öğeler var.

Hiç kimseye kendimi sevdirmeye çalışmadım.

Belki. Ancak bir genç neden ‘Hayat Yolculuğu’ dinlesin ki?

“Hayat treninin minibüsünde bir yolcuyum” diyor orada. Furgon trenin en arka vagonudur ve yük taşır. Bu cümle muhtemelen yeterlidir.

Büyümeye yeni başlayan bir genç ya da çocuk neden bu cümleye takılıp kalsın?

Şarkıyı dinleyen çocuğun aldığı zevke göre değişir. Tamamen bana bağlı olmamalı. Çünkü beni dinlemek kolay bir iş değil. Bu sebeple beni dinleyen o çocukları milyonlarca çocuktan ayıralım. Ama o çocuklar var.

Peki ya büyük olanlar?

Onlar bizim, beni dinleyecekler.

Bazı müzikal kelimelerin anlamlarını hep merak etmişimdir. Mesela ‘İlahi bere, nedir bu zorluk’ diye bir şarkınız vardı? Morluk derken bin lira mı kastedildi? Yani para mıydı?

Hayır kesinlikle öyle değil, hiç aklıma gelmemişti. Bu tam üstüne yazılmış bir parça müzik, yani bin dakika değil. Bu dünyanın dışında bir yerde söylenen şeyler. Nedir bu zorluk dedik.

Peki nedir bu ‘çürük’?

Şimdi bulacaksınız. Üstte bir yerde söylendi dedik.

Ne kadar yüksek? Devlete mi yoksa uzaya mı?

Onları geç, daha yükseğe.

‘Estarabim’ o zaman aynı katta.

‘Estarabim’ o kadar yüksek değil. Türkiye’ye ‘sağdan sola estarabim’ dedim.

Bunu nereden buldun? “Estarabi” diye bir kelime yoktur. Esterabi ne demek?

Bunu herkes kendine göre yorumlasın isterim. Çürük daha yukarı dediysem memleketime ‘esterabim’ dedim. Herkes onu istediği gibi algılayabilir. Bunun doğru olduğunu söylersem, sihir bozulur.

Seninle tanışmadığımız zamanlardan bir anım var. Babanın öldüğü gün Fitaş Sinemasında konserin vardı. Sahneye çıkmadan önce o gün babanızı kaybettiğiniz ancak yine de konsere gideceğiniz açıklandı. Bir rock konserinde olması gereken bağırışlar, müziklerinin sonunda alkışlarla kesildi. Güya bir klasik müzik konseri gibi… Garip bir durumdu.

Saygı gösterdiler. Annemin ölümü yine benim konser günüme denk geldi. Baht…

Kadere inanır mısın?

Kader çok göreceli bir kavram, başınıza ne gelirse gelsin ona kader diyebilirsiniz. Böyle inançlarım var. Bazı şeylerin bir düzene ya da başka bir şeye uyduğuna inanıyorum. Ölümden bahsetmiyorum doğal olarak hayatta kadere inanıyorum.

Öl desek Allah göstermesin ama… Barış Manço, Cem Karaca… Böyle gider.

Artık sıra kimde diye sormaya gerek yok. Ama hala yapacak işlerimiz var. Gençler kaseti bekliyor, çeviriyor ve sokakta soruyor. “Erkin Abi yeni kaset ne zaman?” söyleyerek.

Ve sizlerle bir Cannes festivali macerası yaşadık. John Lennon’la kahvaltı yaptık. Tek bir gazeteciyle bile konuşmuyordu, kulağına bir kaç sözle onu ikna ettiniz. John Lennon’a ne dedin?

Bu aramızda bir sır.

Okuyucuların anlaması için kısaca özetleyeyim. 1970’lerin başlarıydı. İkimiz de Cannes’dayız. John Lennon ve Yoko Ono imzalı bir kısa film oynayacak. Dünyanın her yerinden gazeteciler akın etti. Onunla özel bir röportaj yapmak ve Erkin Baba ile konuşmak istiyorum. Ama adam tek bir gazeteci ile görüşmüyor. Bir gece sinemanın galasının yapıldığı salona güçlükle girebildik.

Gazetecilerden kaçıyorlardı. Cannes sokaklarında jipinin arkasında koşarken onu takip ettik. Mutlaka randevu alacağız.

Sonunda sinemaya girdik, sinema oynamaya başladı. 8-10 dakikalık bir film. Başında John ve Yoko birbirlerine sarılmış duruyorlar, kamera açılıyor ve perde beyazlaşıyor. Yaklaşık on dakika bu beyazlığı izleyen Fransızlar çılgına döndü. Yuhalamaya başladılar. Sonunda aniden güneş göründü ve film bitti. Ancak kamerayı bir balona koyarlar, bulutların ortasından güneşe çıkar. Yuhalamanın geri kalanı durmuyor. John ve Yoko iki üç sıra arkamızda oturuyorlar.

Film bitmek üzereyken kalkıp gittiler. Arkadan atladım, aynı niyetle Cannes’a gittim. John Lennon ile kesinlikle konuşacağım. Ona yaklaştım. Ayrıca muhafazaları var. “Durmak!” Ben yaklaşırken John bağırdı. koğuşuna dedi.

Senin Türk olduğunu bilmiyor, değil mi?

Nerede olacak? Aslında kimseyle konuşmuyor. Muhtemelen elektriksel bir sorundur. Birkaç cümlede randevu aldım.

Koskoca Cannes Festivali’nde ertesi sabah Erkin Koray’dan torpillenerek kaldığı otele bir tek biz gittik. Erkin, ‘Distances’ adlı müziğini Lennon’ın gitarıyla kendisine seslendirdi. Olağanüstü bir sabahtı. En keyifli gazetecilik maceralarımdan biri oldu. Gerçekten kulağına ne söyledin?

Bu bende kalsın.

Peki. Biraz daha geriye gidelim. Moda’da ilk konserlerini verdiğin günlere… Duvarlarda hep üç kişinin posterleri asılıydı. Twist hükümdarı Barış Manço, Calypso hükümdarı Metin Ersoy, Rock and Roll lideri Erkin Koray… Neden üçünüz? Başka bir kral yok muydu?

Etrafta çok fazla küme vardı. Kral lakabını hak ediyoruz. Ben birinciydim. Cha-cha’s, Mambo’s çalarken Rock’n Roll söyledim. O zaman gitmişti. Benden iki yıl sonra sahneye Barış çıktı. Biz bu işi profesyonelce, bir idealin peşinden koşarak ve canımızı vererek yaptık.

Senden birkaç yıl sonra Cem Karaca çıktı. Üçünüzü diğerlerinden farklı kılan neydi?

Biz diğer üç okuluz. Şu anda kimse okul değil. Neredeyse tıpatıp aynılar. Müziği bile ayırt etmek çok zorlaştı. Vurduğumuz ilk notadan bunun bu olduğunu anlıyorsunuz. Bence bu işin çok değerli bir yönü doğal olarak. Onun için vatandaş o üç kişiyi sayıyor.

Sizin için parasızlık diye bir şey var mı?

Hayır. Ben eski hippilerden biriyim. Fransa’da parasızlığın seyrini de gördüm. Böyle şeyler bizi deviremez.

Hiç Fransa’da metroda gitar çaldınız mı?

Hayır. Özellikle kullanmadım. Çünkü kolay olurdu. Benim gibi bir adam metroda gitar çalarsa uzun süre orada yaşar.

Cannes macerasından önce birlikte Fransa’ya gittik. Cannes’dan Paris’e geldiğimizde cebimizde sadece gidiş-dönüş biletimiz vardı. Ben döndüm, sen kaldın. Sanırım “Fransa’da gördüğüm özgürlük kursu” dediğin şey bu. Bu ne cüret?

Bunu bana sorma. Dediğiniz gibi hiç param kalmamıştı ama 5 ay Paris’te yaşadım.

Orada da küme kurarsınız. Üstelik ünlü komedyen Louis De Funes’in oğlunu davulcu olarak aldınız.

çalışmadık Sadece prova yaptık hepsi bu. Babası o kadar güçlü ki, Fransa’nın neredeyse yarısına sahip. Bu kulübe gelip oynamak adama göre değil. Canı isterse gelir, istemezse gelmez. Böyle bir adamla çalışmak aklıma gelmezdi.

Oraya nasıl boş yere gidersin ve Louis De Funes’in oğluyla karşılaşırsın?

Tamamen tesadüftü. Başımı sokacak bir çatı katı bulabilmek için bir Fransız çocuğa bas gitar dersi veriyordum. Bir grup kurmak istediler, ben de onların gitaristi oldum. Aslında maddi olarak aramızda çok garip bir fark vardı. Fransa’daki en zengin adamın oğlu ve ben meteliksiz bir hippiyiz. “Ona bundan bahsetme,” dedi basçı hatta.

Sonra Almanya’da bir kaza geçirdiğini hatırlıyorum.

Hayır hastayım. Sert yaşam tarzı nedeniyle beyin kanaması geçirdim. Ancak, bu benim için bir sorun bırakmadı. Bu beyin kanaması da çok sert bir yaşam tarzı, gece hayatı ve uykusuzluktan kaynaklanıyordu. Ve bu olay yolda yürürken bir anda oldu.

Bunca yıldır geceleri yaşıyorsun, değil mi?

Hayatım hep geceydi. Şöyle bir şakam var; Barış’la (Manço) hiç tanışmadım. O kalktığında ben yatacaktım. Ancak son 10 yıldır içki ve sigara kullanmıyorum. Hayatımın bu bölümünü farklı yaşamak istiyorum.

Ama Beyoğlu gecelerinin en acımasız olduğu zamanlarda ilk uzun saçlı dolaşan sizsiniz.

Hem ilk hem de en uzun soluklu ilk. Türkiye’nin en zor yerinde böyle dolaştım. Ama başım çok belaya girdi. Sokak kargaşasında hep kendimi savundum ve o kadar hırpalandım ki kaçmadım.

Bir gitarist arkadaşın söyledi. Beş kişi onu takip etti. Önce sen kaçıyordun sonra sana ilk yaklaşana vurdun ve yine kaçtın. Bir gerilla taktiği olarak…

En önemli şey buydu. En sonunda polis geldi hep birlikte karakola gittik. “Bizi dövdü,” diye şikayet etti beşi de. Komiser onlara ve bana baktı. “Beşiniz de buna mı dayak yediniz?” söz konusu. Polis merkezinde de sopa yediler.

Neden o saçla dolaşıyordun?

Bir şey kanıtlamak istedim. Bir erkeğin uzun saçlı olduğunu kabul edebilen bir beyin artık açık fikirlidir. Bundan sonra kendisine yabancı olan birçok şeyi kabul edebilir. Bir bakıma, doğal olarak bir isyandı. Toplumun ve bireylerin bağnaz, muhafazakar hallerine karşı bir başkaldırı.

Şimdi yeni bir albüm çalışması var mı?

Yeni müziğimi yapmak istiyorum ama şirketler benden hep eski müziğimi tekrar yapmamı istiyor. Hazır, pişmiş yemek istiyorlar ama ben tekrar mutfağa gidip yeni bir şeyler yapmak istiyorum. Bu yüzden hala savaşıyoruz.

Keşke eskileri yeterince yapmasaydın. Bu müzik neden yıllardır eskimiyor?

Kaşları, gözleri ve boyuyla hoş bir adam değilim. Bu ülkede böyle bir adama vatandaş tasvip ediyorsa bu adamın bileğinde bir şey var. Kimse onun kaşına, gözüne bakıp da ‘Bu baba, yaptıralım’ demiyor. Vatandaş o konserden başarılı çıkamazsan ikinci konserinde indirir. Babam da dinlemiyor. Hasbel, kadere gitmen mümkün değil. Bunca yıl kalıyorsan, tam bileğinde kalıyorsun.

Seneler önce Beyoğlu’nun ara sokaklarında bileğimi bilediğini söylüyorsun.

Bunu söylemiyorum. Ben küçük bir adamım. Gitar çalan bileğimden konuşuyorum. Ben gitar çalıyormuş gibi görünmeyen güzel bir gitaristim. Hepsi bu… Başka bir şey söylemek istemiyorum.

Başka bir soru sormak istiyorum. Barış Manço’nun vefatından sonra Ali Kırca’nın Siyaset Meydanı’na gittiniz. Herkes Barış Manço böyle, sıra sizde derken siz ‘Ben Erkin Koray’sam Nisan’da erken seçim olur’ dediniz ve oldu. Bu biraz tuhaftı. Siyaseti bu kadar yakından takip ediyor musunuz?

Tabii ki takip ediyorum. Çok yakından…

CHP’nin çalışmalarına katıldınız.

Bu ülkenin ana muhalefet partisinden siyaset yapma ihtiyacı hissettim. Ancak daha sonra bu işin bana göre olmadığını anladım. Çünkü benim o kadar eğilip bükülme yeteneğim yok.

Eğilmeni mi istediler?

Politikada çok arzu edilir. Sırtım o kadar bükülemez. Eğilemiyorum, sırtım ağrıyor. Bu şekilde ülkeyi kurtarabileceğimizi düşündük ama kimsenin ülkeyi kurtarma fikrinin olmadığını ve herkesin derdinin kendini kurtarmak olduğunu gördüğüm için siyaseti bıraktım. Çok değerli bir şey söyledim, atasözü gibi bir şey… Türkiye’ye özel…

atasözü gibi mi Anlamıyorum?

Yani kimsenin vatanını kurtarmaya niyeti yok, herkes kendini kurtarmaya çalışıyor dedim.

Belki bu söz daha önce söylenmiştir.

Evet, muhtemelen başka biri söylemiştir. Ancak bunun için bıraktım. Bitti!

Ne bitti?
Rapor…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu